BLOĞUMUZA HOŞGELDİNİZ... İYİ EĞLENCELER... EĞLENCELİ VAKİT GEÇİRMENİN, CAN SIKINTISINI GİDERMENİN ADRESİ: caninsikilmasin.blogspot.com

27 Eylül 2011 Salı

Ağız Kokusunu Önlemenin 11 yolu


Ağız kokusu toplumda çok büyük bir sorundur. Tahmin edilenden daha yaygındır ve sosyal ortamlarda sizi ve diğer insanları çok rahatsız eder. Bazı önlemlerle kötü ağız kokunuzu önleyebilirsiniz.

Dilinizin pis bir halıya dönmesine izin vermeyin

Ağız bakımı doğru ve tam yapılmadığı sürece kötü ağız kokusu kaçınılmazdır. Ağız kokusunun nedeni genellikle ağız içindeki çürümüş yemek parçaları ve mikroplar (bakteriler)’dır. Bu nedenle dişlerin fırçalanması sırasında nazikçe dilimizi de fırçalamalıyız. Yemek parçaları ve bakteriler dişlerimiz ve diş etlerimizden çok dilimizin üzerindeki tat tomurcuklarının etrafında bulunur. Bu tomurcuklar sayesinde dilimiz gerçekte tam bir kalın tüylü halı gibidir. İşte bu tüylerin arası tıpkı halının ilmiklerinin arası gibi yemek parçacıklarının ve bakterilerin yerleşmesi için çok uygundur. Bu nedenle ağız sağlığı mutlaka dil temizliğini de içermelidir. Bu temizlik için özel aparatlar gerekmez. Diş fırçanızın kendisi, bir kaşığın kenarı bu iş için yeterlidir. Ağız sıvıları ile yapılan gargara geçici bir önlemdir ve aslında kötü bir alışkanlıktır. Sorunu çözmez sadece ağzınızın bir süre iyi kokmasına yardımcı olur; kullanılmamalıdır.

Sakız çiğneyin
Tükrük ağız kokusu ile savaşmanın en güçlü yoludur. İçinde yemek parçacıklarını yerinden söküp mideye gönderecek güçlü enzimler, güçlü bakteri öldürücü antiboyitikler vardır. Bu nedenle şeker gibi bazı hastalıklarda, pekçok ilacın yan etkisi olarak ortaya çıkan kuru ağızlar daima kötü kokuludur. Sabahları niçin ağzınızın kötü koktuğunu merak ediyorsanız yanıt buradadır; gece boyunca tükrük salgısı azalır ve ağzınızın içindeki yemek parçacıkları uzun süre burada durur. Bakteriler de onları afiyetle kullanır ve çürütür. Böylece sabahları ağzınız kötü kokabilir. Şekersiz sakız çiğnemek tükrük salgınızı artırarak ağız temizliğinize yardımcı olur. Nane şekerleri ve tatlı sakızlar genellikle işe yaramaz ve durumu daha da kötüleştirir. Ancak xylitol içeren sakızlar da bu konuda size yardımcı olabilir.

Tarçın kullanın
İçeceklerinizde ve uygun yiyeceklerinizde tarçın kullanabilirsiniz. Tarçın ağız içi bakterilerle mücadelede önemli bir silahtır. Eğer varsa tarçınlı şekersiz sakızlar da uygun bir öneri olabilir.

Daha fazla su için


Özellikle yaşla artan vücut kuruması pekçok yönden dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Çok su içmek onlarca diğer yararının yanında dilinizin kurumasını da önleyerek ağız kokusu ile mücadelede önemli bir silah olarak kullanılabilir. Su ağız içindeki bakterilerin minimumda tutulması için direk yardımcıdır. Ayrıca tükrük salgısını artırarak da yardımcı olur.

Dişlerinizi ve dişetlerinizi koruyun

Diş çürükleri, diş eti iltihapları ağız kokusunun önemli nedenlerindendir. Ağız içi herhangi bir enfeksiyon bakteri üremesini artıracağı için daima ağız kokusuna neden olur. Bu nedenle diş hekimizin önerilerini mutlaka dinlemelisiniz.

Asla burnunuz tıkalı uyumayın

Sinüzit gibi hava yolu rahatsızlıkları ve burun tıkanmasına neden olan diğer durumlar geceleri ağızdan nefes almamıza neden olur. Bu durum ağızı ve boğazı kurutarak bakterilerin üremesi için ideal bir ortam oluşturur. Azalan tükrük salgısı durumu daha kötü hale getirir. Bu nedenle kesinlikle burnunuz tıkalı uyumamalısınız.

Basit şeker tüketiminizi azaltın

Beyaz un, beyaz şeker, glukoz/fruktoz şurubu ile tatlandırılmış tüm hazır gıdalar ağız içindeki bakteriler için inanılmaz bir hazinedir. Bu tür şekerleri çok kolay kullanarak hızla çoğalırlar. Basit şekerler (atıştırmalık tüm şekerli gıdalarda olduğu gibi) diş çürüklerine neden olur ve ağız sağlığını büyük bir süratle bozarlar. Bu nedenle basit şeker tüketiminizi azaltmalısınız. Bu da su içmek gibi size onlarca yararın yanında ağız kokunuzun azalmasına da yardım edecektir.

Lokmaları iyi çiğneyin

Bu sayede yiyeceklerle tükrük salgısı iyice karışır ve ağızda yemek parçası kalma olasılığı düşer. Daha çok çiğneme hareketi daha çok bakterinin yerinden koparak mideye gitmesine yardımcı olur.

Diş ipi kullanın


Diş ipi sayesinde fırçanın çıkaramadığı yerledeki bakteri ve yemek artıklarını sökebilirsiniz. Özellikle diş gövdeleri arasındaki dar bölgelerde biriken yemek artıkları hızlı bakteri çoğalmasına neden olabilir.

Sigara içmeyin

Sigara onlarca nedenle kötü ağız kokusuna neden olur. Saymaya gerek yoktur, içmeyiniz.

Bayanlara bir ipucu

Diyet mevsiminin başladığı bu günlerde eğer düşük karbonhidratlı diyet yapıyorsanız bir başka kötü nefes sorunu ile karşılaşabilirsiniz. Düşük karbonhidratlı diyetlerde vücut enerji kaynağı olarak keton cismi denen maddeleri üretir ve kullanır. Ancak bunlardan bir tanesi nefes ile dışarı atılır ve bu madde nefeste kötü kokuya neden olabilir. Hatta siz bu kokuyu ojeleri çıkarmak için kullandığınız asetona benzetebilirsiniz. Böyle bir sorununuz varsa bir parça ekmek size yardımcı olabilir.



http://www.hekimce.com

Ağız Neden Kokar?

s Ağız kuruluğu varsa Tip 1 ağız kokusu bulunur. (Gece ağız açık yatmak, salya eksikliği, radyoterapi sonrası ve alkol alanlar vesaire..)

s  Ağız içerisinde bakteriler için yataklık edecek her hangi bir mikrop kaynağı varsa Tip1 koku bulunur. Bu mikrop kaynakları sıklık sırasına göre şunlar olabilir:                    Köprü gövdesinin altı                    Gingivitis                    Çürük kavitesi                    Yirmiyaş dişi kapşonu                    Ağızdaki bütün retantif yüzeyler ve temizlenmeyen protezler

s  Farenjit, tonsillit, sinüzit geçirmekte olan bireylerde Tip 2 ağız kokusu bulunabilir. Birey bu hastalığın farkında olmayabilir.

sPostnazal akıntısı bulunan allerjik bireylerde Tip 2 ağız kokusu bulunur. Birey akıntının farkında olmayabilir.

sGastroözefagiyal şfinkter dilatasyonlarında, reflu ve gastrit  hastalarında Tip 3 ağız kokusu bulunur.

sSindirim enzim yetersizliklerinde Tip 3 ağız kokusu bulunur. Birey basit (mide yanması, hazımsızlık, gaz) şikayetler ile hastalığa alışmış olabilir.

sKabızlık Tip 3 ağız kokusu sebebidir.Sayısız hasta kabızlığı giderlince ağız kokusundan kurtulmaktadır.

sBaşta peynir olmak üzere her gün aşırı miktarda yenilen süt ve süt ürünleri Tip 3 ağız kokusu sebebidir. Herşeyden az yeyiniz, hiç bir şeyi hep yemeyiniz.

sAsidoz, alkaloz sebebi olabilecek, kan gazlarını ve kan biyokimyasını değiştirebilecek bütün  metabolik hastalıklarda (şeker, gut, nefropatiler dahil) Tip 4 ağız kokusu bulunur.

sSürekli olarak ayni besin maddesini her gün yiyenlerde Tip 3 ağız kokusu bulunabilir. Böyle hastalar ancak anamnez ile belirlenebilir

s  Hamilelerde Tip 4 ağız kokusu bulunur.

sSürekli ilaç kullananlarda Tip 4 ağız kokusu bulunabilir. Kas geliştiriciler, amino asit hapları, kıkırdak, eklem kuvvetlendiriciler, doğum kontrol hapı, tansiyon düşürücüler vesaire... 

s  Oruçlu olan bireylerde Tip 4 ağız kokusu bulunur. Hem sindirim kanalındaki peristaltizmin durmasına bağlı artan bakteri faaliyetleri ve hem de enerji depolarının açılarak karbonhidrat yılkımının başlaması ile ortaya çıkan nefeste aseton Tip 4 ağız kokusunu başlatır.

s  Akciğer infeksiyonlarında Tip 4 ağız kokusu bulunur. Tüberküloz, bronşit, zatüree, pnömoni, bronkopnömoni, obstrüktif akciğer hastalıkları, akciğer parankim doku hastalıkları ve allerjik kökenli akciğer hastalıkları Tip 4 ağız kokusu sebebidir.  



http://www.agizkokusu.net/ 

Ağız Kokusu


Ağız Kokusu (Halitosis) Nedir?
Ağızdaki çirkin kokuya kısaca ağız kokusu veya halitosis denir. Ağız kokusunu bir hastalık olarak tanımlamak zordur. Ancak ağız kokusu çok önemli hastalıkların işaretçisi de olabilir. Ağız kokusunu PATOLOJİK ve FİZYOLOJİK olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür.

1. Fizyolojik ağız kokusu: 
Her sağlıklı birey sabah uyandığında sindirim kanalında biriken gazlar veya dil sırtında üreyen bakterilerin sebep olduğu ağız kokusu ortaya çıkabilir. Dil sırtını fırçalamak ve sürekli olmamak şartıyla çinko içeren ağız gargaraları kullanmak ve sakız çiğnemek bir çözümdür.
Beslenme sonrasında görülen, nefesteki (ağızdaki değil) çirkin koku da fizyolojiktir. Örneğin sarımsak yiyen bir insanın kanına geçen uçucu aromatik bileşikler, dışarı atılır. Kan gazlarının akciğerden atılımının sebep olduğu bu koku bir hastalık değildir. Tedavi gerektirmez. 

2. Patolojik Ağız Koksu (Gerçek halitosis): 

Patolojik halitosisi olan hastalar dişhekimine ağız kokusu şikayetiyle müracaat etmeyebilirler. Ağızlarındaki çirkin kokunun ya farkında değildirler, ya tolere etmektedirler veya kabullenmişlerdir.

Patolojik halitosis vakaları 3 kategoriye ayrılır:
Tip-1: Ağızının koktuğu hastanın kendisi tespit eder. Böyle hastaların %24.1’idişhekimine müracaat ederler. Genellikle ağızlarındaki kokuyu kabullenmişlerdir. Halitosisten farklı bir şikayet ile dişhekimine müracaat ederler. Dişhekiminin uyarısı ile tedavi edilirler.
Tip-2: Koku, hastanın kendisinin değil, yakınlarının tespitidir. Böyle hastaların %50’si dişhekimine müracaat ederler.
Tip-3: Ağız kokusu, hastanın kendisi veya yakınlarının tespiti değil, şüphesi veya tahminidir. Veya hastanın aralıklı dönemlerde silik yakınmaları olmaktadır. Böyle hastaların daha büyük bir kısmı dişhekimine müracaat eder.

Ağız Kokusunun Sebepleri:
* Özellikle sinüs ve akciğer kaynaklı enfeksiyonlarda,
* Şeker hastalığı (aseton kokusu gibidir),
* Böbrek yetmezliği (balık kokusu gibidir),
* Karaciğer yetmezliği,
* Metabolizma bozuklukları (teşhisi zor olabilir, zaman zaman ortaya çıkan kötü bir balık kokusu),
* Açlık, diyet, ağız kuruması, oruçlu olmak (Sıvı gıda eksikliklerinde vücuttaki yağ ve protein çözünmeye başlar, bu metabolizmanın yan ürünleri kötü ağız kokusuolarak yansır). 

Ağız Boşluğu Kaynaklı Halitosis: 
Ağız kokusunun sebeblerinin %87 si ağız boşluğu kaynaklıdır. Bunlardan %51’i dilden, %17’si gingivitisten, %15’i periodontitisten, %17’si bunların karışımından kaynağını alır. Bu tip ağız kokuları kompleks vakalar değildir. Sebep ilk muayenede belli olur. Sorunlu dişeti dokuları göz ile kolayca tespit edilebilir ve kolay tedavi edilir. Hatta bazen kokunun kaynağını hasta kendisi gösterir.
Ağız Boşluğu Kaynaklı Ağız Kokusunun Tedavisi için;

1-Dişlerinizi ve dişetlerinizi koruyun

Diş çürükleridiş eti iltihapları ağız kokusunun önemli nedenlerindendir. Ağız içi herhangi bir enfeksiyon bakteri üremesini artıracağı için daima ağız kokusuna neden olur. Diş ve diş eti hastalıkları önemli ölçüde kötü koku yapar. Bu sebeple diş hekiminizin önerilerini dinleyip mutlaka diş sağlığı ve bakımına önem vermelisiniz.

2-Ağızda var olan protez ve köprüleri kontrol ettirin
Ağız içindeki eskimiş köprü ve diş protezleri zamanla gıda birikmesine yol açacağından kötü kokulara sebep olabilir. Bu durumlarda yenilenmesi gerekenleri değiştirmeli, eksik olan dişlerin yerleri için gerekli tedavileri yaptırmalısınız. Ağız kokusu ile mücadelede dişler ve diş sağlığı ilk aşamadır

3-Sakız çiğneyin
Tükürük ağız kokusu ile savaşmanın en güçlü yoludur. İçinde yemek parçacıklarını yerinden söküp mideye gönderecek güçlü enzimler, güçlü bakteri öldürücü antibiyotikler vardır. Bu nedenle şeker gibi bazı hastalıklarda, pek çok ilacın yan etkisi olarak ortaya çıkan kuru ağızlar daima kötü kokuludur. Sabahları niçin ağzınızın kötü koktuğunu merak ediyorsanız yanıt buradadır; gece boyunca tükürük salgısı azalır ve ağzınızın içindeki yemek parçacıkları uzun süre burada durur. Bakteriler de onları afiyetle kullanır ve çürütür. Böylece sabahları ağzınız kötü kokabilir. Şekersiz sakız çiğnemek tükürük salgınızı artırarak ağız temizliğinize yardımcı olur. Nane şekerleri ve tatlı sakızlar genellikle işe yaramaz ve durumu daha da kötüleştirir. Ancak xylitol içeren sakızlar da bu konuda size yardımcı olabilir.

4-Tarçın kullanın
İçeceklerinizde ve uygun yiyeceklerinizde tarçın kullanabilirsiniz. Tarçın ağız içi bakterilerle mücadelede önemli bir silahtır. Eğer varsa tarçınlı şekersiz sakızlar da uygun bir öneri olabilir.

5-Daha fazla su için
Özellikle yaşla artan vücut kuruması pek çok yönden dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Çok su içmek onlarca diğer yararının yanında dilinizin kurumasını da önleyerek ağız kokusu ile mücadelede önemli bir silah olarak kullanılabilir. Su ağız içindeki bakterilerin minimumda tutulması için direk yardımcıdır. Ayrıca tükürük salgısını artırarak da yardımcı olur.

6-Asla burnunuz tıkalı uyumayın
Sinüzit gibi hava yolu rahatsızlıkları ve burun tıkanmasına neden olan diğer durumlar geceleri ağızdan nefes almamıza neden olur. Bu durum ağzı ve boğazı kurutarak bakterilerin üremesi için ideal bir ortam oluşturur. Azalan tükürük salgısı durumu daha kötü hale getirir. Bu nedenle kesinlikle burnunuz tıkalı uyumamalısınız.

7-Basit şeker tüketiminizi azaltın
Beyaz un, beyaz şeker, glukoz/fruktoz şurubu ile tatlandırılmış tüm hazır gıdalar ağız içindeki bakteriler için inanılmaz bir hazinedir. Bu tür şekerleri çok kolay kullanarak hızla çoğalırlar. Basit şekerler (atıştırmalık tüm şekerli gıdalarda olduğu gibi) diş çürüklerine neden olur ve ağız sağlığını büyük bir süratle bozarlar. Bu nedenle basit şeker tüketiminizi azaltmalısınız. Bu da su içmek gibi size onlarca yararın yanında ağız kokunuzun azalmasına da yardım edecektir.

8-Lokmaları iyi çiğneyin
Bu sayede yiyeceklerle tükürük salgısı iyice karışır ve ağızda yemek parçası kalma olasılığı düşer. Daha çok çiğneme hareketi daha çok bakterinin yerinden koparak mideye gitmesine yardımcı olur.

9-Diş ipi kullanın
Diş ipi sayesinde fırçanın çıkaramadığı yerlerdeki bakteri ve yemek artıklarını sökebilirsiniz. Özellikle diş gövdeleri arasındaki dar bölgelerde biriken yemek artıkları hızlı bakteri çoğalmasına neden olabilir.

10-Sigara içmeyin
Sigara içmek ağız kuruluğuna neden olduğundan ağız kokusuna sebep olur. Ayrıca diğer bir ağız kokusu nedeni olan diş eti hastalıklarına da zemin hazırlar.
Ağız Boşluğu Kaynaklı Olmayan Halitosis: Kaynağını ağız dışında bir yerden alan ağız kokusu kastedilmektedir. Oral olmayan sebeplerle ortaya çıkan ağız kokusunun görülme sıklığı %13’tür, bunların %4’ü kulak-burun-boğaz, %3’ü hem oral hem kulak-burun-boğaz, %1’i ise sindirim kanalı kaynaklıdır. Bazen barsak gazları buna sebep olur.
3. Psikosomatik halitosis: 
Böyle hastalarda yakınma olmasına rağmen aslında gerçek bir halitosis yoktur (Psödohalitosis). Böyle hastaları patolojik halitosisten ayırmak zordur. Böyle hastaların tedavisi için dişhekimi ve psikiatrist işbirliği gerekir. Çünkü böyle hastaların bir kısmında koku değil koku korkusu vardır (Halitofobi).

25 Eylül 2011 Pazar

Güneş Enerjisi

Güneş enerjisinin artıları

          Ev ve işyerlerinin çatılarında kurulacak küçük üretim tesisleri ile toplamda ciddi kapasiteler oluşturulabilir.

           Örnek : Almanya’da sadece 2007′de kurulan güneşten beslenen 130,000 küçük elektrik üretim sisteminin toplam kapasitesi 1100 MW’tır. Bu güç yaklaşık olarak Keban Barajı’nın kapasitesine yakındır. (1330MW)
Üstelik küresel ısınmadan dolayı 1330 MW kullanılamıyor.
Almanya nerede ise Keban Barajı kadar bir kapasiteyi devlet olarak hiç yatırım yapmadan elde etmiştir.
Normalde Keban gibi bir barajın yapılması için gerekenler;
  • 1 yılda yapılması mümkün değildir, yıllar sürer.
  • Maliyeti milyarlarca dolardır.
  • Bakımı ve işletilmesi maliyetlidir.
  • Üretilen enerjinin şebekeyle beslenmesi ve kullanıma............ Devamını okumak için TIKKLAYIN

Alternatif Enerji Kaynakları


KONU HAKKINDA YAYINLANMIŞ MAKALELER

1 - Alternatif Enerji Kaynakları 1


2 - Alternatif Enerji Kaynakları 2


3 - Alternatif Enerji Kaynaklarının Kullanımı


4 - Alternatif Enerji Kaynakları: Güneş Enerjisi


5 - Alternatif Enerji Kaynakları 3


6 - Yenilenebilir Enerji Kaynakları ve Türkiye’deki Potansiyel


7 - Enerji Sorunu, Çevre Ve Alternatif Enerji Kaynakları


8 - Ticari Binalarda Enerji Verimliliği Amaçlı Çözümler ve Alternatif Enerji Kaynaklarının Mimaride Kullanımı


9 - Alternatif Enerji Kaynağı: Katı Atıklardan Yakıt Briketi Üretimi


10 - Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Türkiye Açısından Önemi:


11 - İZTO: Türkiye Enerji Tüketim Profili


12 - http://arsiv.mmo.org.tr/pdf/11111.pdfİĞK


13 - Dünya Piyasalarındaki Son Gelişmeler Ve Politikalar


14 - Yenilenebilir Enerji Kaynakları Arasında Jeotermal Enerjinin Yeri ve Türkiye Açısından Önemi


15 - Enerji ve Kalkınma


16 - Azerbaycan'ın Alternatif Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını Kullanma Programı


17 -  Türkiye Ulusal Enerji ve Tabii Kaynaklar Araştırması Programı


18 - Dünya üzerinde yaygın olarak kullanılan enerji kaynakları nelerdir?


19 - Alternatif Enerji Kaynaklarının Kullanımı 2


20 - Avrasya Kıtasının Enerji Kaynakları ve Türkiye ile Avrupa’nın Enerjilerinin Sürdürülebilir Bir Şekilde Tedarik Edilmesi Açısından Bu Kaynakların Önemi

Benzin ve Mazotu Aynı Anda Kullanan Motor


Amerikalı araştırmacılar benzin ve mazotu aynı anda kullanan motor geliştirdiler. Yeni motor hem daha verimli hem daha çevreci.
    ABD Winconsin-Madison Üniversitesi'nden bir grup araştırmacı benzin ve mazot karışımını aynı anda kullanabilen bir motor geliştirdi. Motor, düşük emisyon oranına sahip ve yüzde 20 oranında daha fazla verim sağlıyor.

    Araştırmacıların ‘hızlı tepkili yakıt karıştıcı’ adını verdikleri buluşun özelliği, yakıtı ateşleme haznesinde tam oranlarda karıştırabilmesi. Bu oranın tam olarak tuturulması motorun daha düşük ısılarda çalışmasını ve bu nedenle ısı kaynaklı enerji kaybını engelliyor. Karışım makine düzeninde karıştırıldığı için hata payı sıfıra çok yakın oluyor ve ateşleme işleminde daha az yakıt kullanılıyor.

    Normal şartlarda benzin-mazot karışımı dizel bir motor tarafından kullanılamaz ve motorda büyük miktarda zarara neden olabilir. Araştırmacılar geliştirdikleri motorun ise doğru oranı ve zamanlamayı yakaladığını ve sorunsuz bir şekilde çalıştığını söylediler.

     ÇEVRECİ KARIŞIM
    Araştırma takımının lideri Rolf Reitz çalışmalrıın sonuçlarını bir Enerji Departmanı Kongresi'nde kamuoyu ile paylaştılar. Reitz, karışımın Birleşik Devletler Çevre Koruma Ajansı (EPA)’nın 2010 yılı için yayınladığı yakıt standartlarına uyduğunu söyledi ve aynı zamanda otomobillere bağlı gaz salınımını yüzde 33 oranında azaltacağını ekledi.

KAYNAK:  Tıklayın....

Kalite ve Toplam Kalite Yönetimi


KONU HAKKINDA DÖKÜMANLAR:













KERS Nedir? Nasıl Çalışır? Avantaj ve Dezavantajları nelerdir? (Kinetik Energy Recovery System)


Formula 1′de 2009 sezonunda kullanmaya başlanan en büyük yenilik hiç şüphesiz KERS sistemidir. Kinetic Energy Recovery System kelimelerinin kısaltılmış hali olan KERS, Türkçe’ye “Kinetik Enerji Geri Kazanım Sistemi” olarak çevrilebilir.
      Ne İşe Yarar?
     Öncelikle KERS sisteminin F1 otomobilinin motoru ile alakalı olmadığını belirtelim. Bu sistem motordan bağımsız olarak tekerleklere ekstra itme gücü sağlayan dahiyane bir fikir olarak tanımlanabilir. Sistem temelde frenleme esnasında kaybedilen momentumun bir volan(çark) ile elektrik olarak depolanması ve istendiğinde kullanılması mantığıyla çalışıyor. F1 otomobillerinde şu an için her turda 400kJ fren enerjisi depolama sınırı getirilmiş durumda ve bu miktar dolduğunda bir sonraki tur için enerji saklanıyor. Her turda sadece 400kJ olan bu miktarın kullanılmasına izin veriliyor ve bu da yaklaşık 7sn’lik ekstra performans anlamına geliyor. Her turda kullanılabilen ve ekstra 80 beygir güç sağlayan bu sistem,modifiye araçlarda görmeye alıştığımız NOS sistemine benzer bir etkiyi F1 araçları için de mümkün kılıyor.


     F1 2009 Sezonundaki Performans Değişiklikleri ve KERS
    2009 sezonunda; 7cm alçaltılan ve aracın tam genişliğine kadar(180cm) genişletilen ön kanatla daha iyi yere basma kuvveti sağlanırken, arka kanadın 10cm daraltılıp 40cm yükseltilmesiyle beraber arkadaki aracın yakın takipteyken maruz kaldığı hava koridoru etkisinin minimuma indirilmesi hedefleniyor. Hava koridorunda yaşanan türbülanslı ve yetersiz hava akışının 
aerodinamik etkisi azaltıldığından yakın takip ve geçişlerde kolaylık sağlanmış oluyor. İlaveten her markanın farklı çıkıntılar ekleyerek otomobillerine ufak performans artısı getiren minik kanatçıklar tamamen yasaklandı. Bu değişikliklerin hepsine KERS sistemi de eklenince, F1 seyir zevki açısından harika yarışlara sahneolacağa benziyor. İlk yarışlarda bu etkiyi fazla göremesek de sezonun ilerleyen yarışlarında sürpriz yarışlar izleyebiliriz.

KERS’in Avantajları:
  • Tur başına 6.6 saniye kullanılabilen sistemin, her tur sorunsuz olarak kullanılabilmesi.
  • Motorun 750Hp civarındaki maksimum gücüne anında 80HP ilave edebilmesi.
  • Üretilen yakıt enerjisinin sıfır maliyetli olarak geri dönüşümü ile güç sağlanması ve enerji tasarrufu.
  • Önde giden aracı takip edip geçmeyi mümkün kılan esnekliği sağlayabilen tork üretmesi.
KERS’in Dezavantajları:
  • Sistemin otomobilin toplam ağırlığına ekstra 40kg’lık ağırlık yüklenmesi.
  • Bataryaların soğutulması için ayrı bir soğutma ve radyatör gerekmesi.
  • Uzun boylu sürücülerde yer sıkıntısından dolayı sistemin kullanamaması.
  • 100kg’lık yakıt deposunda 15kg’lık daralmaya neden olması.
  • Tekerleklerin binen ani yük nedeniyle daha hızlı aşınması.
  • Aniden ilave edilen gücün kontrol edilebilmesindeki zorluklar ve artan kaza riskleri.

     Nasıl Çalışır?

    KERS sistemini, otomobillerde benzer etkiyi yapan NOS ile kesinlikle karıştırmamak gerekiyor. Çünkü NOS (Nitrous Oxide System) motorun yanma odalarına havadan çok daha yoğun olan nitro oksijen gazı püskürtülerek yanma gücünü arttırmakta ve motor devrini yaklaşık %20 oranında yükselmesiyle ekstra beygir gücü sağlamaktadır. Fakat bu sistemi zaten 600 km kadar toplam yol ömrü olan 20 bin devirli F1 motorlarında kullanmak, motoru kısa yoldan bitirmek anlamına gelir ki dayanıklılık açısından en istenmeyen durum da budur.
     KERS; arka tekerlekleri birbirine bağlayan ana milin ortasına yerleştirilmiş volanın, fren esnasında sağladığı dönme enerjisini[1] CVT adındaki özel bir vites kutusu ile devirlendirerek dinamoya kadar uzun bir mille iletir.[2] Sürücü koltuğunun hemen altında bulunan bu dinamo, ürettiği enerjiyi yine sürücünün altına konumlandırılmış olan bataryalara depolar.[4] Sürücü bu enerjiyi kullanmak istediğinde direksiyonun üzerinde bulunan KERS butonuna basar ve bilgisayar işlemcisinin tetiklemesiyle[3] dinamo bu sefer tam ters yönde gücü kendisi sağlayarak krank milinden bağımsız olan mille tekerleklere ekstra 82 HP’lik gücü iletir. Burada gücün krank milinden sağlanmadığının altını önemle çizmek gerekir çünkü mantıken de düşünüldüğünde eğer öyle olsaydı motorun devri birden 5000RPM kadar artardı. Bu dapistonların daha fazla ısınıp şişmesiyle beraber motorun yanmasına neden olabilecektir.
İleride daha büyük dinamo yani elektrtik motoru kullanılarak, hem daha fazla elektrik enerjisi sağlamak hem de daha yüksek beygir gücü etkisi sağlnacaktır. Şu an sistem deneme aşamasında bir sezon yaşıyor diyebiliriz. Gelecek senelerde çok daha gelişmiş ve güvenli KERS sistemleriyle karşılaşacağız gibi görünüyor. Şayet sistemin yarışlara getirdiği yeni soluk sayesinde kısa sürede vazgeçilmezler listesine girecektir.


        2010'dan itibaren Kinetik Enerji Geri Dönüşüm Sistemi'nin 300 km/s'i aşan hızlarda aktif hale gelemeyebilir. Bu değişiklik, KERS'i azami sürati artırmak için kullanma ihtimalini kesin olarak ortadan kaldıracak. Ancak azami sürati daha da artırmak yerine, azami sürate daha kısa sürede ulaşmak için kullanılmasına da imkan tanıyacak. 

          Buna ilaveten sistemin üzerinde standart sensörlere ihtiyaç duyulacak. Enerjiyi depolayan aletin pozisyonu ise, motorun önü ile sürücünün arkasındaki alanda bulunmak zorunda olacak. Bu arada KERS kullanan araçların zaten tamamının cihazı bu kurala uygun kullandığı tahmin ediliyor. 

Hayatımızı Değiştiren 10 Teknoloji


Son 10 yılda hangi internet icatları hayatımızda ne gibi değişikliklere sebep oldu? 
Haber, Son yıllarda internet teknolojisinde yaşadığımız muazzam gelişimler öylesine hızlı ki nasıl bir değişim içinde olduğumuzu bile fark etmekte zorlanıyoruz. Bir zamanlar bilimkurgu filmlerine konu olabilecek hayat biçimleri artık sıradan bir günün parçası oluverdi. Daha birkaç sene önce hayret ettiğimiz bazı yeni teknolojiler bugün nostaljik oldu. Değişen web teknolojileri sadece sanal hayatımızı değil gerçek hayatımızı da etkiliyor.

Son yıllardaki internet icatları, sıradan hayatlarımızı giderek bir bilimkurgu filmine benzetiyor.

Peki son 10 yılda hangi internet icatları hayatımızda ne gibi değişikliklere sebep oldu? Dilerseniz bunlara bir göz atalım.

Wi-Fi: İnternetle 90′lı yılların sonunda ilk defa tanışanlar dial-up modemleri iyi hatırlayacaklardır. Hele o bağlantı kurulurken çıkan sesi hangimiz unutabiliriz? O zamanlar internete girmek için telefon hattınızın daima açık ve bilgisayarınızın da modeme bir kablo aracılığıyla bağlı olması gerekiyordu. Bugün ise Wi-Fi teknolojisi sayesinde artık evlerimizde, ofislerimizde, restoranlarda, kafelerde, şehirlerarası otobüslerde,alışverişmerkezlerinde, vapurlarda ve hatta uçaklarda internete kablosuz bağlanabiliyoruz. İstanbul Beyoğlu Belediyesi gibi bazı kuruluşlar vatandaşlara ücretsiz Wi-Fi internet imkânı bile sunuyor.

İnternet teknolojilerinin sembol filmi Matrix eğer bugün çekilseydi kahramanımız Neo ensesinden giren bir kabloya ihtiyaç duymadan Matrix’e bağlanabilecekti. Wi-Fi teknolojisi sayesinde Neo büyük bir eziyetten kurtulmuş olacaktı.

Web tarayıcılarıİnternet bir sayısal bilgi okyanusudur. Bu okyanusta her şey çeşitli protokoller, sayısal standartlar ve programlama dilleri ile şifrelenmiştir. Web tarayıcıları ise bu şifreleri açan bir anahtar gibidir. Bu anahtar sayesinde karmakarışık program kodları gözümüzün algılayabileceği grafiklere, tasarımlara ve yazılara dönüşüyor. Eğer web tarayıcıları olmasaydı internetteki içeriğe erişebilmek için birçok programlama diline hakim olmamız gerekecekti. Oysa şimdi internette dolaşmak neredeyse bir çocuk oyuncağı ve çoğumuz için günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Alışkanlıklarımızdan dolayı fark etmiyoruz ama web tarayıcılarının internet deneyimimizde oynadığı rol çok büyük.

Web arama motorları: Arama motorları internetin uçsuz bucaksız dünyasında istediğimiz bilgiyi arayıp bulmamıza yardımcı olurlar. Arama motorları sayesinde internette yolumuzu bulabiliriz. 90′lı yılların sonuna kadar birçok arama motoru vardı ama Google’ın gelmesiyle işler tamamıyla değişti. Diğerlerinden çok farklı ve etkili algoritmalar kullanan Google sayesinde internetteki bilgiler daha düzenli bir şekilde indekslenebildi. Böylelikle Google hem son kullanıcı için sınırsız fırsatlar sundu hem de yepyeni ekonomik modeller oluşturdu. Arama sonuçlarında üst sıralarda yer alabilmek için Arama Motoru Optimizasyonu (SEO) teknikleri kullanılmaya başlandı. Hakkında bilgi toplamak istediğimiz bir kişiyi, kurumu veya ürünün adını arama motorunda yazıp bir ön araştırma yapmak sıradan aktivite haline geldi. “Google’lamak” günlük hayatta sıkça kullandığımız bir deyim halini aldı.

VoIP80′li yıllarda Türkiye’de bir ev telefonu bağlatmak için aylarca sıra beklemek oldukça sıradan bir durumdu. Üstelik sağlam bir ‘torpil’e ihtiyacınız vardı. 90′lı yıllarda ise imkânlar arttı ve artık telefon bağlatmak yavaş yavaş lüks olmaktan çıkıp bir ihtiyaç halini aldı. Cep telefonlarının da çıktığı 90′lı yılların son döneminde en büyük derdimiz yüksek telefon faturalarıyla başa çıkmaya çalışmaktı.

2000′li yılların ortalarında yaygınlaşmaya başlayan VoIP teknolojisi ise tam bir iletişim devrimi oldu. VoIP ile internet üzerinden telefon görüşmeleri yapmak mümkün hale geldi. Bu teknolojiye Skype firması öncülük yaptı. Artık Skype ve benzeri programlar yardımıyla hiç fatura ödemeden saatlerce kıtalararası konuşabiliyor, hatta video konferans yapabiliyoruz. Telefon açmak için komşumuza gittiğimiz günleri hatırlayınca VoIP teknolojisi kulağa gerçek bir mucize gibi geliyor.

Web 2.0Web 2.0, 2004 yılından itibaren yaygınlaşmaya başlayan ikinci nesil internet hizmetlerinin adı. Ajax, RSS, XML, XHTML gibi farklı teknolojiler ve gelişmiş sunucular sayesinde internet kullanıcıları kendi içeriklerini oluşturma imkânı sağladılar. Bu teknolojik gelişme YouTube, Facebook, Ekşisözlük, Flickr, Twitter ve bloglar gibi internet kullanıcılarının oluşturduğu sayısız paylaşım ortamlarını mümkün kıldı. Web 2.0 sayesinde gerçek zamanlı bilgi akışı sağlamak ve yepyeni sosyal ağlar kurmak mümkün hale geldi.

Sosyal medya: Sosyal medya sayesinde artık her kullanıcı aynı zamanda bir içerik üreticisi haline geldi. Yepyeni insanlarla tanışma ve fikir alışverişinde bulunma fırsatı ortaya çıktı. Sosyal medya sayesinde eşzamanlı bilgi paylaşmak mümkün oldu. haber alma ve haber verme alışkanlıklarımız değişti.

Sosyal medya denince akla ilk gelenler bloglar, sosyal ağlar (Facebook, MySpace, LinkedIn), içerik paylaşım toplulukları (YouTube, Flickr, del.icio.us), wikipedia, Podcast’ler ve forumlardır. Sosyal medya bugün öylesine önemli hale geldi ki artık şirketler de bu kanalları yoğun bir şekilde kullanmaya ve yazılan müşteri eleştirilerini değerlendirmeye başladılar. Twitter’da 35 bin, Facebook’ta 722 bin takipçisi olan Amerikalı giyim mağazası GAP’ın, gelen müşteri yorumlarını dikkate alıp logosunu değiştirmekten vazgeçmesi buna iyi bir örnektir.

e-bankacılık ve e-ticaret: e-bankacılık sayesinde bankada yapabildiğimiz her şeyi internet üzerinden gerçekleştirebilir hale geldik. e-bankacılığın sağladığı sanal POS gibi olanaklar bize hem çok zaman kazandırdı hem de e-ticaret yapma olanaklarını artırdı. 2005 yılında Türkiye e-ticaret hacmi 1,4 milyar dolar civarındaydı, 2009′da bu rakam 10 milyar doları aştı. Gelişen e-ticaret imkânları alışveriş alışkanlıklarımızı da değiştirdi. Bundan 10 yıl önce, internetten sabah koşusu için spor ayakkabı, öğle yemeği için pizza, akşamki maç için LCD televizyon alabileceğimizi kaçımız hayal edebilirdik?

Akıllı telefonlar: Birbilgisayardonanımına benzer özellikler taşıyan Palm,Blackberryve Nokia N97 gibi modeller 2000′li yılların ortalarında iş dünyasında giderek yaygınlaştı. iPhone’la birlikte ise akıllı telefon kavramı bambaşka bir anlam kazandı. Artık akıllı telefon deyince hem internette gezebileceğimiz, hem GPS’te yol tarifi alabileceğimiz, hem ofis uygulamalarını açabileceğimiz, hem sinemaya bilet alabileceğimiz, hem oyun oynayabileceğimiz, hem fotoğraf çekebileceğimiz hem de aklımıza gelen veya gelmeyen birçok uygulamayı kullanabileceğimiz bir platform aklımıza geliyor. Tüm bunların üstüne telefonla konuşmak da cabası. Akıllı telefonlar sayesinde hem tüm iletişim ihtiyaçlarımızı fazlasıyla gideriyor hem de artık bilgisayarlara ihtiyaç duymadan birçok işlemimizi rahatlıkla yapabiliyoruz.

Mobil internet: Akıllı telefonların geniş kitlelerce kullanılabilmesinin en büyük etkenlerinden biri de mobil internetin giderek ucuzlaması ve daha az ücretlere daha çok veri hattı kullanabilmemiz oldu. Eğer Edge ve 3g teknolojileri bu kadar gelişmeseydi bilgisayarda yapmayı hayal bile edemeyeceğimiz işlemleri akıllı telefonlarımızda kullanmaya ekonomik gücümüz yetmezdi. 7 gün 24 saat internete bağlı olduğumuz bu yeni mobil dünyada, çevirmeli ağ ile internete ağır ağır bağlanan 56K modemlerin sesi artık tam bir geçmiş zaman nostaljisi oldu.

Tablet bilgisayarlarİlk önce tablet PC’leri duyduk; dijital kalem yardımıyla çevrilebilir ekranına yazı yazabileceğimiz bu laptop benzeri bilgisayarlar hepimizin ilgisini çekti. Acaba artık laptopların sonu mu geldi diye düşünürken Apple’ın bu yıl içerisinde duyurduğu iPad oyunun kurallarını tümüyle değiştirdi. iPad ve benzeri tablet bilgisayarlar henüz ülkemizde çok yaygınlaşmadı ama genel eğilim yüksek artış eğiliminde.

Akıllı telefon ile laptop bilgisayar arasında bir ürün olan iPad yeni nesil iletişim araçlarının en önemli sembolü oldu. Bir zamanlar Star Trek dizisinde bir bilimkurgu fantezisi olarak ortaya çıkan PADD’ler gerçek olup hızla günlük yaşamımızdaki yerini aldı. iPad sınırlı sayıda ülkede piyasaya çıktıktan tam 80 gün sonra 3 milyon adetlik bir satışa ulaştı. 2011 sonu satış tahmini ise yaklaşık 15 milyon. 2014 yılında ise dünya üzerindeki tablet bilgisayar sayısının 200 milyon adede ulaşması bekleniyor. Tablet bilgisayarlar yepyeni bir ekonominin de başlangıcı anlamına geliyor. Özellikle yayıncılık açısından büyük önem taşıyor.

Samsung, Dell, HP, BlackBerry, Asus gibi sayısız üretici firmalar tablet piyasasında yerlerini almak için yepyeni modelleri piyasaya sürüyor. İçerik üreticiler geniş ve parlak ekranlı tabletlerin tüm avantajlarını kullanacak özel uygulamalar hazırlıyor. Kullanıcılar ise bu özel uygulamalar sayesinde bugüne kadar hiç alışık olmadıkları bir mobil internet deneyimini yaşıyor. Tablet bilgisayarlar ve sundukları pratik uygulamalar hayatımızda giderek daha çok yer alacaktır. Teknolojinin bu kadar hızlı ilerlediği bir çağda bilimkurgu senaristlerinin işi artık çok daha zor. 
Kaynak: Chip dergisi

Bilgisayarınız için en büyük 5 tehdit

1. Güncellemeler: Sisteminizi güncel tutun 

Yazılımlar günümüzde çok daha kompleks bir yapıya ulaştı ve çok hızlıbir şekilde de gelişmeye devam etmeleri gerekiyor. Daha çok yazılımcı emeğinin ve daha düşük tutulan test maliyetlerinin birlikteliği kaçınılmaz olarak daha fazla hatayı ve saldırı noktasını beraberinde getirir. Bundan muzdarip olan sadece işletim sisteminiz değil. Virüs tarayıcılar, güvenlik duvarları, e-posta ve sohbet programları da aynı dertten şikayetçi. Saldırganların programların zayıf noktalarını bulmaları ile üreticilerin bir güvenlik yamasını yayınlaması arasında kısa da olsa bir sürelik boşluk olur. Kullanıcı olarak bu yamalardan haberdar olur olmaz programlarımızı güncelleştirmemiz gerekiyor. Programın şayet varsa otomatik güncelleme yüklemesini etkinleştirmelisiniz. Bu tür bir fonksiyona sahip olmayan programları kullanıyorsanız, kendiniz için küçük hatırlatma notları hazırlayarak güncelleme bulunup bulunmadığını belli aralıklarla kontrol etmelisiniz. Sadece ve sadece, bilinen bütün gedikleri kapatılmış bir sistem internet denizindeki tehlikelerden korunabilir ve dışarıdan gelen tehlikelere karşı savunma geliştirebilir.

2. Dikkatsizlik: E-postalara dikkat edin

İnternetin bizlere sunduğu ve en çok kullandığımız olanağı, hiç tartışmasız e-postalardır. Saldırganlar da doğal olarak e-postaları bir saldırı aracı olarak kullanır. E-postalar sadece metin olmaktan çıkarak HTML olarak da gönderilmeye başladığından beri saldırganlar bu olanağı sonuna kadar kullanıyor. E-postaları renklendirerek daha görsel bir hale getirmek için hazırlanmış Java veya VB scriptleri günümüzde daha çok saldırı amaçlı kullanılıyor. Bu program satırları bilgisayarınıza yerleşerek spam sorununun büyümesine neden oluyor. E-postalarınız için kullandığınız programın bir virüs tarayıcı ile beraber çalışmasını sağlarsanız, bu soruna kalıcı bir çözüm bulmuş olursunuz. Kullanacağınız ürünün mutlaka e-posta korumasına da sahip olduğundan emin olun.

3. Spam: Alınabilecek önlemleri tanıyın

Spam e-postalarını yollayanların genellikle art niyeti vardır. Çoğuzaman spam'in ulaştığı kişi hakkında daha fazla bilgi toplamaya çalışırlar. Entegre edilmiş görseller ile, posta açıldığında gönderen geçerli bir e-posta adresine ulaştığını fark eder. IP adresine ilişkin bilgiler ile de alıcının konumuna dair fikir edinir. Böylece e-posta adresiniz reklam gönderilmesi açısından daha değerli bir hale gelir. Resimlerin otomatik olarak gösterilmemesi için bütün e-posta programlarında özel bir koruma mekanizması bulunur. MS Outlook varsayılan olarak e-postaların içindeki görselleri göstermez. Bunu ancak "Araçlar / Seçenekler / Güvenlik" sekmesi yardımıyla değiştirebilirsiniz.

4. Phishing: Her şeye şüpheyle yaklaşın

Şu ana kadar bahsi geçen tehlikeler bilgisayarınız ve sabit diskinizde kayıtlı olan bilgileriniz içindi. Ancak bu konu dolandırıcılıkla, örneğin kredi kartı bilgilerinizin çalınması ile ilgili. İnternet haydutları türlü yöntemlerle hırsızlığa devam ediyor. Bu dolandırıcılık girişimlerindeki klasik yöntem, bir bankadan geliyormuş gibi görünen e-postanın size gönderilmesi ile başlar. Bu e-postalarda bilgilerinizin güvenliğiniz için yenilenmesi gerektiği belirtilir ve bazı durumlarda da bir adres verilerek buraya yönlendirilirsiniz. Bu adres bankanızın gibi gözükse de, içine saklanmış scriptler ile sizi dolandırıcının hazırladığı siteye sürükler. Bu siteler bankanın orijinal sitesini elinden geldiğince taklit eder. Adrese dikkat etmelisiniz. Buradaki bazı ufak farkları siz de gözlemleyebilirsiniz. Eğer bilgilerinizi siteye verirseniz, haydutlara istedikleri her şeyi teslim etmiş olursunuz. Fark edilmesi daha zor olan bir yöntem ise Windows'a ait "Hosts" dosyasının değiştirilmesidir. Bu dosya, proxy sunucularının olmadığı zamanlarda URL'leri IP adreslerine dönüştürmek için kullanılıyordu. Şayet bu dosyaya bir URL ve ona ait bir IP girilirse, tarayıcınız proxy sunucusuna sormadan o IP adresine bağlanır. Siz tarayıcınızın adres çubuğunda bankanın gerçek adresini görürken, aslında açmış olduğunuz dolandırıcının sitesinden başka bir şey değildir. Hacker'ların dolandırıcılığı başarmak için yazdıkları bazı trojanlar "Hosts" dosyasına etki eder ve yasadışı sitelere bağlantı verir. Bu yüzden online bir bankacılık işlemi yapmadan önce içinize kurt düşerse bu dosyayı kontrol etmenizde yarar var ( Windows XP altında, "C:\ Windows \ System32 \ Drivers\ Etc" klasöründe bulunan Hosts dosyasını Notepad.exe ile açabilirsiniz).

5. Trojan, Keylogger ve Rootkit: Kendinizi savunun

Bu kategorideki zararlılar bilgisayarınız üzerinde kontrole sahip olmayı amaçlayan küçük yazılımcıklardır. Hakkınızda bilgi toplamak onların temel amacıdır. Bu kısımdaki en köklü hikaye trojan (truva atı) yazılımları ile ilgilidir. Tıpkı Yunan mitolojisinde olduğu gibi bilgisayarınıza yerleşen bu truva atının içindeki düşmanlar bilgisayarınızın kapılarını saldırganlara açar veya bilgilerinizi belirli aralıklarla internet üzerinden bir sunucuya yollar. Bunlardan bazıları bilgisayarınıza yüklediğiniz programlarla birlikte gelir ve farkında bile olmazsınız. Dosya paylaşımı adı altında bilgisayarınıza rahatlıkla sızabilirler. Trojanlar farklı türlerde bilgiler toplar. Bunların arasında kredi kartı bilgileri bile bulunabilir. "Keylogger" da benzer bir şekilde çalışır ve hem donanım hem de yazılım sürümleri mevcuttur. Klavye ile yapılan girişleri kayıt ederek yazılımcısına gönderen bu programlar gelişmişliğine göre bütün veri akışını ya da sadece kullanıcı adı, parola gibi verileri iletirler. Donanım tabanlı olan keylogger'lar ise, tamamen güvenli bir bilgisayar görüntüsü altında çalışırlar. Bilgisayar güvenli olmasına rağmen, bazı durumlarda kendi hafızasına bile sahip olan bu aygıtlar kullanıcının yaptığı girişleri kaydeder. Rootkit'ler ise bilgisayar korsanlarının temel araçlarıdır ve kendilerini bilgisayarınızda çok iyi kamufle ederler. Trojan ve keylogger fonksiyonlarına sahip olabilecekleri gibi, backdoor fonksiyonuna da sahiptirler ve korsanın bilgisayarınızı yağmalamasını sağlamak için hazırlanmış bir düzenekten başka bir şey değillerdir. Rootkit yazılımcısına kurban bilgisayara serbestçe giriş ve kontrol imkanı verir. Rootkit'ler spam gönderiminde de kullanılır. Rootkit'ler işletim sisteminin çekirdek bazı dosyalarının yerine geçerler ve bu yüzden onları tanımak oldukça zordur.

Sonuç: Süpheci olmaktan asla vazgeçmeyin Hemen her türlü tehlike için bilgisayarınızı ve dolayısıyla sizi koruyacak yazılımlar mevcuttur. Birçok üretici bu koruma programlarını paket halinde de sunarlar. Bilgisayarınızın güvenliğini asla ve asla sadece programlara emanet etmeyin. İnsiyatifi sürekli olarak elinizde tutun ve şüpheciliğin en büyük güvenlik önlemi olduğunu aklınızdan çıkartmayın.



KAYNAK: 
CHIP Dergisi

Electric Vehicle


         A ground vehicle propelled by a motor that is powered by electrical energy from rechargeable batteries or other source onboard the vehicle, or from an external source in, on, or above the roadway. Examples are the golf cart, industrial truck and tractor, automobile, delivery van and other on-highway truck, and trolley bus. In common usage, electric vehicle refers to an automotive vehicle in which the propulsion system converts electrical energy stored chemically in a battery into mechanical energy to move the vehicle. This is classed as a battery-only-powered electric vehicle. The other major class is the hybrid-electric vehicle, which has more than one power source. See also: Automobile; Bus; Truck

History
         Construction of the first electric vehicle is credited to the French inventor and electrical engineer M. Gustave Trouvé, who demonstrated a motorized tricycle powered by lead-acid batteries in 1881. In the United States, Andrew L. Riker is credited with building the first electric vehicle (also a tricycle) in 1890, and by 1891 William Morrison had built the first electric four-wheeler. In France in 1899, a four-wheel electric vehicle driven by Camille Jenatzy became the first car to break 60 mi/h (96 km/h). By then, production of batterypowered vehicles for use as personal transportation, commercial trucks, and buses had already begun. Electric vehicles, with their instant starting, quiet running, and ease of operation, peaked in their challenge to steam- and gasoline-powered cars in 1912. The limited performance, range, and speed of electric vehicles, plus the need for frequent battery charging, restricted their usefulness and dampened their popularity. By the 1920s, the piston-type internal combustion engine had prevailed as the dominant automotive powerplant. Most production and development work on electric vehicles ended during the 1930s. See also: Automotive engine; Engine; Internal combustion engine In the 1960s, interest revived in electric vehicles as a result of concern with diminishing petroleum reserves, rising cost of crude oil production, and air pollution from the automotive engine that burned gasoline which was refined from crude oil. Over the years, a few electric vehicles had been constructed, usually by converting small light cars and trucks into electric vehicles by removing the engine and fuel tank and installing an electric motor, controls, and batteries. However, during that time no major automotive manufacturer brought out an electric vehicle. See also: Air pollution; Gasoline; Petroleum. The Clean Air Act of 1963 and its amendments established limits on emissions from new vehicles sold in the United States. In 1990, the California Air Resources Board decided to further reduce air pollution by mandating (but later rescinding) that 2% of each automaker's sales must have zero emissions in the 1998 model year. This demand for a zero-emission vehicle (ZEV) could be met only by the electric vehicle, which typically was powered by lead-acid batteries. Used in an electric vehicle, lead-acid batteries have two major weaknesses: relatively high weight for the amount of energy stored, and reduced capacity in cold weather. To help develop a better battery for electric vehicles, the U.S. Advanced Battery Consortium was formed in 1991. The purpose of this partnership among United States automakers and the electric utility industry was to develop advanced batteries capable of providing future generations of electric vehicles with significantly increased range and performance.......  

24 Eylül 2011 Cumartesi

Günde 1 Elma Felçten Uzak Tutar


Yüksek miktarda ''beyaz etli'' meyve ve sebze tüketiminin felç riskini azalttığı açıklandı.

Hollandalı uzmanların ''Stroke'' dergisinde yayımlanan araştırması, elma, armut, muz ve karnabahar gibi beyaz etli meyve ve sebzelerin felç geçirme riskini yüzde 52 oranında azalttığını ortaya koydu.
Yaklaşık 20 bin kişinin beslenme alışkanlıkları ve sağlık durumlarını 10 yıl boyunca gözlemleyen uzmanlar, günlük beyaz etli meyve ve sebze tüketiminde yapılacak 25 gramlık bir artışın, felç riskini yüzde 9 aşağıya çektiğini keşfetti.
Araştırmaya katılanların yediği meyve ve sebzeleri de sınıflandıran uzmanlar, katılımcıların yarısından fazlasının elma ve armudu sıklıkla tükettiğini belirledi.
Araştırmayı yürüten ekipte bulunan Wageningen Üniversitesi'nden beslenme uzmanı Linda Oude Griep, elma ve armudun yüksek miktarda lif ihtiva ettiğinin bilindiğini, ancak beyazetli meyve ve sebzelerin içeriğindeki önemli besleyici maddeleri ortaya çıkarmak için daha fazla araştırma yapılması gerektiğini kaydetti.
Öte yandan uzmanlar, beyaz etli meyve ve sebze tüketiminin yararlarına dair bu bilgilerin, insanları diğer renkteki meyve ve sebzeleri yemekten alıkoymaması gerektiğini ifade etti.
Araştırmacılar, sağlıklı ve dengeli beslenmenin, doymuş yağ ve tuz kullanımını azaltmanın, düzenli sporun ve tansiyonu kontrol atında tutmanın felç riskini azaltmada etkili faktörler olduğunu vurguladı.
kaynak: http://www.veteknoloji.com/

Uğur Böceğinin Müthiş Sırrı


Bilim insanları uğur böceğinin müthiş bir sırrını keşfetti.

     Alman bilim insanları, uğur böceğinin zehirli bir türünün, verem ve öldürücü süper virüs olarak bilinen MRSA’ya karşı antikor taşıdığını ortaya koydu.
     Wurzburg Üniversitesi’nde yapılan deneylerde, insanları soktuğunda alerjik bir reaksiyona da sebep olabilen alacalı böceğin, kendini tehlikede hissettiğinde eklemlerinden yaydığı kanda ‘harmonin’ adlı bir kimyasala rastlandı. Kimyasalın, içlerinde E coli virüsü, MRSA ve verem olan 12 ayrı çeşit bakteriyle savaştığı belirlendi. Araştırmanın üretilecek yeni antibiyotiklere temel olması bekleniyor.
kaynak: http://www.veteknoloji.com/

Türk bilim adamları'ndan kanser için yazılım!


ABD'nin bazı eyaletleri ve Avrupa'da uygulanan kişiselleştirilmiş kemoterapi programı için Türk bilim adamları bir yazılım geliştirdi.

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Emin Ersoy ve Prof. Dr. Ekmel Tezel ile Hacettepe Üniversitesinden Biyolog Dr. Alper Doğan, dünyada ilk kez ABD'li bilim adamı Larry Weisanthal tarafından geliştirilen, halen ABD'nin bazı eyaletleri ve Avrupa'da uygulanan kişiselleştirilmiş kemoterapi uygulamasına yeni bir boyut kattı.
Bilim adamları, kanser tedavisinde kullanılan kemoterapötik ilaçlarda hasta için en etkili ajanın seçilmesini sağlamak üzere Hacettepe Üniversitesi teknoparkında kurulan şirket aracılığıyla bir yazılım geliştirdi.
Bir yıl içinde bitirilmesi planlanan projede, meme kanseri, baş-boyun ve yumurtalık tümörü bulunan 90 hastanın tedavisinde hangi kemoterapötik ajanların etkili olduğu tespit edilecek ve hastaya uygun tedavi yöntemleri izlenecek.
Amaç Kemoterapinin Etkilerini Azaltmak
Kanser hastalarının tedavisinde cerrahinin yerinin inkar edilemez boyutta olduğuna işaret eden Ersoy, ''Cerrahi ile görünebilen tüm kanserli dokuların organizmadan uzaklaştırılması, tedavinin en önemli basamağıdır. Bunların yanı sıra cerrahi sonrasında verilen radyoterapi ve kemoterapinin de tedavideki önemi büyüktür'' dedi.
Kemoterapötik ilaçların, kanserin türüne göre daha önce denenmiş bir takım protokollerle hastalara uygulandığını belirten Ersoy, ''Bu tür ilaçların tümü aynı zamanda organizmaya toksik, ciddi yan etkileri olan ve pahalı ilaçlardır'' diye konuştu.
Hastanın Kendi Kanserli Hücresi Çoğaltılıyor
Dünyada ilk kez Kaliforniya'da kendi enstitüsünde onkoloji çalışmaları yürüten Larry Weisanthal tarafından uygulanmaya konan kişiselleştirilmiş kemoterapi programını Hacettepe ve Gazi üniversitelerinde kliniğe aktardıklarını anlatan Ersoy, hastanın kendisine ait kanserli dokudan alınan örneğin, laboratuvar şartlarında çoğaltıldığını kaydetti.
Çoğaltılan kanserli dokuların üzerine, etkin olması düşünülen kemoterapötik ajanların konulduğunu belirten Ersoy, bu testle, hasta üzerinde hangi ajanın daha etkin olduğunun belirlendiğini ifade etti.
Ersoy, şöyle konuştu:
''Olay tıpkı bir mikroorganizmaya etkin olan antibiyotiğin bulunması gibidir. Yani bir çeşit antibiyogramdır. Laboratuvar şartlarınde etkinliği saptanan ajanlar, tedaviyi yapacak onkoloğa sunulmakta ve onkolog da uygun olan protokolü bir yol gösterici olan bu teste göre seçebilmektedir. Bu test, bir yönteme ya da tedaviye alternatif değildir, yol gösterici ve yardım edicidir.''

Yazılım Geliştirdiler
Prof. Dr. Ekmel Tezel de hastaların kemoterapinin yan etkilerinden korunması için medikal onkologlara yardımcı olmak istediklerini belirterek, ''Hastanın etkisiz ajanları almaması, kemoterapinin yan etkilerden korunmasını sağlayacaktır'' dedi.
Weishental'ın klinik destekçileri olduklarını belirten Tezel, bununla birlikte klinikte uygulanan ve geliştirme çalışmaları süren kişiselleştirilmiş kemoterapinin daha etkin olması amacıyla dünyada uygulanandan farklı olarak, yazılım geliştirdiklerini anlattı.
Prof. Dr. Tezel, şunları söyledi:
''Weishental, test sonuçlarını mikroskop altında tecrübelerine dayanarak yorumluyor. Bunun yarı subjektif bir tarafı var. Biz ise Biyolog Alper Doğan'ın geliştirdiği programla değerlendirmeyi göz yerine bilgisayarla yapıyoruz. Bu sayede daha hızlı ve etkili olmaya çalışıyoruz. Program klinikte uygulanıyor. Toplam 3 hastalık grubunda 30'ar hastada etkili ajanı tespit edeceğiz ve tedavi buna göre yapılacak. Başarılı sonuçlar elde edersek, etkisiz kemoterapötik ajanların yarattığı toksik etkilerden hastaları koruyacağız ve aynı zamanda ülkelerin sağlık harcamalarında etkin şekilde tasarruf sağlanacak. Çalışmamız bir yıl içinde tamamlanacak. Elde ettiğimiz ilk sonuçlarımız başarılıdır.''
kaynak: http://www.veteknoloji.com/

Audi R8 e-Tron ortaya çıktı!


Audi'nin yeni hız canavarı hem tasarımı, hem de teknolojisiyle büyülüyor...

Otomobil üreticisi Audi, bu elektrikli otomobili 2012'de piyasaya süreceğini onayladı. e-Tron'un seri üretime geçecek bir otomobil olacağı düşünülüyor.
Audi eğer R8 e-Tron'da konseptine bağlı kalırsa, araç her tekerlek için ayrı bir motora, yani toplamda 4 motora sahip olacak. Aracın teorik olarak 4500 Nm torka ulaşacağı, sıfır emisyona sahip olacağı, 100 km/saat hıza yaklaşık 5 saniyede ulaşacağı düşünülüyor.
R8 e-Tron, önümüzdeki sene tanıtılacak en gelişmiş elektrik arabası olsa da elektrikli arabalardaki en önemli sorun olan şarj süresi sorununu çözmüyor. Hızlı bir şarj makinesi bile e-Tron'u ancak 2.5 saatte şarj edebiliyor.
Audi R8,elektrikli otomobil
Audi R8,elektrikli otomobil
Audi R8,elektrikli otomobil
Audi R8,elektrikli otomobil

Kaynak: http://www.veteknoloji.com/